Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Çokbilmişlere Cevaplar Yazı Dizisi-3: Kuantum Dolanıklılığı

Uzun zamandır yazmamakla birlikte fizik hakkında da yazmamıştım. Ve yarım bıraktığım yazı dizime devam ediyorum. Bu defa konu, son zamanlarda fenomen olmuş, aslında her zaman fenomendi, bir konu, kuantum dolanıklılığı... Peki nedir bu? Aslında bunu basitçe şöyle ifade edebiliriz: Parçacıkların birbirleri ile haberleşmesi, ya da birbirinin "durumlarından" haberdar olması. Daha bilimsel bir açıklamayla, iki ya da daha parçacığın birbirinden ayrı ele alınamaması, en bilimseli ise iki parçacığın aynı kuantum durumunda, aynı dalga fonksiyonu ile tamınlanması. Peki nasıl oluyor bu? Aslında nedenini tam olarak bilmiyoruz ama olduğundan eminiz. Pek fazla zaman olmadı, ışınlanma ile ilgili haberleri duymuşsunuzdur, uyduya fotonun ışınlandığını söyleyen haberleri demek istiyorum. Aslında burada bir hata var, doğrudan "foton" ışınlanmıyor, "bilgi" ışınlanıyor. Bu deneyin aslında geçmişte yapılmış bir deneyin hemen hemen aynısı, sadece bir uyduya yapılıyor. Buna d

Nefret

Tamamdır, yine "tek kelime" başlıklı "kavram irdelemesi" için bir yazı yazıyorum. O zaman bu "kavram irdelemesi"ne başlayalım. O halde soruyu soralım, nefret nedir? Arthur Schopenhauer şunu söylüyor: "Ne sevgiye ne de nefrete yol açmamak dünya bilgeliğinin yarısıdır: hiçbir şey söylememek ve hiçbir şeye inanmamak da öteki yarısı." Bu konuda haklı olduğunu düşünüyorum, ama benim bahsetmek istediğim şey bu değil, yani bahsedeceğim "nefret" kavramı buradakinden başka bir çeşit. Belki bu söz üzerine de başka bir zaman bir şeyler yazarım. Ancak şu anda diğer "nefret" kavramından, yani sevgi ile bağlantılı olan değil de daha önce yazdığım kaos ile bağlantılı olan bir nefret kavramından bahsediyorum. Aslında, burada "nefret" sözcüğünün başına "saf" sözcüğünü ekleyerek bu ikisinin birbirinden ayırt edilmesini kolaylaştırabiliriz, dikkatli şekilde irdelenirse, zaten sevgiye bağlı olan nefretin, dolayısıyla sevginin

Teleoloji

Pekala, yeniden bir felsefe yazısıyla karşınızdayım. Neyse, zaman kaybetmeden devam edelim ve konuya girelim, sabırsızlanıyorum!!! Teleoloji nedir, sanki kulağa bilim dalı gibi geliyor, fakat değil, bu da bir felsefi kavram. Peki nedir bu teleoloji? Temel olarak, her şeyi nedenler ile temellendiren bir görüştür. Kulağa determinizm gibi geliyor. Determinizmden farklı olarak teleoloji, her şeyin bir nedene dönük olarak hareket ettiğini öne sürer. Yani bambaşka dünyalar. Olacak olan varsa olur, mantığını temel alır, ki bu kesinlikle istenen bir şey değildir. Pekala, bu kadar mı? Evet, bu defa kavram tanımı bu kadar. Fakat kavram tanımının bu kadar olması, yol açtığı şeylerin bu kadar olduğu hakkında bilgi vermez, örneğin tarafsız bir bakış açısı teleolojinin yöneldiği bir amacın olmadığını bulabilir, bu da aslında büyük sorunlara yol açacaktır. Güle güle teleoloji...

Kaos

Uzun zaman aradan sonra, ve sonunda, tekrar devam ediyorum. Bu defa, belki de yazdıklarımın en önemlilerinden biri olacak, çünkü tanımlamalarımızın yazının başlığının kelime anlamı ile benzer olduğunu gösterecek bir yazı olacak: "Kaos" Tamam o halde, giriş için bu kadar yeterli olabilir. Kaos nedir, nerededir, nedendir ya da vs. soruları olacak. Aslında, "soru"nun kendisinin kaos olması, tanımlamalarımızın neden kaos olduğunu açıklayabiliyor, peki sorular neden kaos oluşturur? Basitçe, her sorunun aynı şey olmadığını söyleyebiliriz, yani hepsi kaos oluşturmaz, fakat cevapları olduğu sürece. Cevap bulunamayan sorunun kaos oluşturma potansiyeli vardır, aslında potansiyel olarak değil, doğrudan bir kaostur. Eğer, en az bir sorunun dahi bir cevabı yoksa, cevabının henüz bulunamamış olması, olmadığı anlamına gelmez, fakat eğer gerçekten bir cevabı yoksa o zaman "kaos" dediğimiz şey bütün sorulara yansır. Yani tüm soruların cevapları "yıkılır" ve kao

Günlük Yaşamda Kullanılan İfadelerin Felsefi Değeri

Bu yazıda, günlük yaşamda kullanılan ifadelerin felsefi değerlerini, genelde yanlış kullanılan ifadeleri ele alacağım. Siz bunlara safsatalar da diyebilirsiniz. İlk safsata ile başlayalım, " Argumentum ad hominem ". Bu kelimeler bizler için ne ifade ediyor? Bu şu demek, birinin söylediğinin doğruluğunun ya da yanlışlığının kişiyle bağlantılı olduğu savı. Yani, birini düşünün. İnsanların alışılmışlarının dışında davranıyor, toplum da ona iyi bakmıyor. Genel olarak bu toplumda bu kişinin sözü doğrudan yanlış kabul edilecektir, çünkü o kişi pek de tekin değildir. Tabii ki, öyledir İkincisi, " Argumentum ad populum ". Bu şu demek, eğer ki toplumun çoğunluğu aynı şeyi söylüyorsa o şeyin doğru olduğu savı. O kadar kişi bir şey biliyor(!) da söylüyor. Tabii ki, öyledir. En çok kullanılan biri daha:" Argumentum ex silento ". Bu da şudur: Eğer bir tartışmada biri susuyorsa o haksız olduğu savı. Çünkü söyleyecek bir şeyi yoktur ki! Tabii ki, öyledir. Ve bir

Yöntemler ve Mekanizmalar Üzerine

Bir şeyi ne ile yaparsınız? Bir sistemin işlemesini sağlayan şey nedir? Evet, bunlar mekanizmalar sayesinde olur. Peki ideal mekanizma nasıl olmalıdır? Sistemin dinamizmi, mekanizmalarının ne kadar dinamik olduğuna bağlıdır. Peki nasıl dinamik olunur? Dinamik olmak, zamana uyum sağlamaktır. O halde zamana uyum sağlamanın yolu nedir? Zaman neden sistemleri yıpratır, aşındırır? Bunun cevabı, sistemlerin zaman içinde katılaşması ve bununla birlikte yeni fikirlerin bu sistemi yıkmasıdır, eğer ki sistem bunlara uyum sağlayabilirse bu durum ortadan kalkabilir. O zaman bir mekanizma olarak eklektisizm örnek gösterilebilir. Devam edelim, mekanizmaların dışında yöntemler vardır. Mekanizmaların günlük hayattaki karşılığı yöntemdir. Hatta, duruma göre değişken şekilde, şunu diyebiliriz ki önemli olan ne yaptığın değil, ne amaçla ve nasıl yaptığındır. Yöntemler ve mekanizmalar arasındaki belirgin fark, yöntemlerin dinamik olmaya ihtiyaç duymamasıdır, mekanizmalar daha geniş çaplıdır ve çoğu

Eklektisizm ve Diyalektik Düşünmek

Evet, klasik şekilde felsefe yapmak pek fazla adetim değildir ama gelecekteki yazılarım için bunun gerekli olduğunu düşünüyorum, normalde bunu sizin araştırmanızı isterdim fakat bunun hakkında benim tanımım gerekli. Şimdi tanıma geçelim. Düşünceler vardır, birbirlerinin zıttı olan. Kimileri zıt düşünceleri kullanışsız bulur. Kimileri de tüm düşüncelerin çıkış noktasının ortak olduğunu kabul edip her düşüncenin kendine göre kullanışlı yanları olduğunu savunur. Şimdi gelelim eklektisizme. Eklektisizm, çeşitli görüşlerin birleştirilerek daha iyi bir fikrin ortaya atılmasıdır. Şimdi burada bir duralım. Her görüş seçilebilir mi? Bunun için ölçüt ne olmalıdır? Bir fikrin varlığını, onun başka fikirlere olan bakışı belirler. Şimdi bunu biraz açalım. Bir fikir nasıl bakmalıdır ki var olmaya hakkı olsun? Eğer ki başka fikirlerin yaşamasına, eğer ki bulunduğu yerde başka fikirlerin yayılmasına izin veriyor, hatta onlarla kendisini birleştiriyor ise(bu kısım zorunlu değil), o zaman yaşamaya

En Uygun

Devam ediyor, vakit buldukça yazıyorum. "En uygun" ne demektir, bunun üzerine düşünelim. Daha doğrusu en uygunun ne hakkında olduğunu bilmemiz gerekiyor ki devamını getirelim. Bu, metafor yüklü bir yazı olacak. Neden mi, eğer ki anlarsan nedenini anlarsın. Hedef, insan için ne olmalı? Şimdi hedefe nereden geldik diyeceksiniz, bu bir metafor. Hedef dediğimiz şey insanın kendisi olmalı. Bu oku nasıl çekmeli o halde? Bu oku sıradan oklar gibi bir anda çekemezsin, fazla dayanamaz, kopar. O zaman oku çekmenin bilgisini bilmek gerek. Onu nereden bulacaksın, düşünerek. Ben şimdilik sana vereceğim. Bu sınır diğerleri gibi değildir, eğer ki geçmeyi bilmezsen uçurumdan yuvarlanırsın. Sınırı geçmenin yolu ise daha fazla düşünmektir. Peki bunun en uygun ile alakası ne? En uygunun ne hakkında olduğunu belirlemeye çalışıyoruz. Burada belirledik, en uygununu bulacağımız şeyi. O zaman en uygun yolu bulmak ilk aradığımız şeydi. En uygun da kişiye göre değişir, en uygun yolu buradan sonra

Sınırın Tanımı

Sınır nedir? haydi buna bakalım. İlerilere doğru gitmektesin, bunu yaparken risk almak zorundasın. O halde başlayalım. Sınır nedir? Acaba sınır, kısıtlayıcı bi şey midir, yoksa daha çok engelleri aşmayı sağlayan bir şey mi? Sana genel olarak anlatmaya çalıştığım şey, kavramların tanımlarının saçma şekilde ters döndürüldüğüdür, o halde gerçek tanımlarını yapmalıyız. Tanım, bir kavramı kısıtlar, o halde bundan vazgeçmeli, ama onu kısıtlamadan beynimizin içine de alamayız. Yapmamız gereken kavramı tanımlarken onu öldürmemek olmalı, kısıtlarken diğer tanımlamalarını engellememeli. Bunlara göre sınır tanımını yapalım. Sınır, insanın nerede duracağını söylemekten başka bir işe yaramaz. Uyup uymamak insana kalmış, bu yüzden de tüm sorumluluk insana ait olmalıdır. Kimileri vardır, sınırları bahane ederler, işte bunlar sınırı geçmeye korkanlardır. Sınırları geçmek kötü değildir, zaten sınırları da sınırların ötesini göremeyenler çizer. Tanımlama bu kadar yeterli, devamını senin getirmen g

Bilinç Üzerine

Başlamadan bir not düşeyim, şimdiye kadar yazdığım hiçbir yazı, beni bu derece zorlamamıştı. İnsan düşünen, düşündüğü için yaratma kabiliyetine sahip bir varlıktır. Fakat önemli olan bu yaratma kabiliyetinin kaynağı olan düşünmenin kaynağıdır. Buna ne demeliyiz, ben bilinç diyorum. Haydi o zaman, bu bilinci yıkalım, sisteme hata verdirelim. Bilinç nedir sorusunu tekrardan soralım, bilincin gerçekten bir tanımı var, fakat ben hiçbir zaman tanımlara uymam, bu yüzden kendi tanımımı tekrardan yapacağım. Bilinç insana yaratma yetisini kazandıran asıl şeydir. İnsan bilinci sayesinde düşünür, bilinci sayesinde zamanı, insanları, kimliğini sorgular, çevresini tekrardan yaratır. Peki pek çoğunuzun aklına gelecektir, nedir yaratmak? Galiba asıl soru bu olmalıydı. Fakat yaratma eylemi, bilinç olmadan imkansızdır. O zaman sorumuza geri dönelim. Uyarı, buradan sonrası için düzey, bir kademe daha artacak. kalıplarını kırmalısın, önyargılarını aşmalısın, birikimini gözden geçirmelisin. Seni korku

1 Sene

Sanırım, bu blogda yazmaya başlayalı tam bir sene oldu. Bu bir sene içerisinde, eğer ki takip ettiyseniz, karşınızdaki kişinin anlatım tarzının şekilden şekle girişine tanık oldunuz. Bir felsefenin gelişimi, bir filozofun değişimini gördünüz. Düşüncelerimi yazarken hiçbir şey beklemedim, hatta okunmak bile. Bu sene içerisinde toplam 2000 civarı görüntülenmem olmuş, her ne kadar çoğunluğu reklam sitelerinden de olsa, benim için iyi bir rakam. Fakat yeterli değil. Bu blogun 1. yılı anısına 30. yazısını yazarken sizden şunu istiyorum: Yayılmama yardım edin. Ne kadar çok kişiye ulaşırsam o kadar çok kişiyi bilim adına kazanabileceğimizi umuyorum. Ve istediğim bir şey daha var ki o da sizin görüşlerinizi benimle paylaşmanız. Her türlü fikre açığım, ne olursa olsun fikir olması yeterli. Bu, hem yazılar ya da benim fikirlerim hakkında olabilir, hem de kendi fikirleriniz olabilir. Sizden istediğim diğer şey de işte bu. Evet, bugün blogun 1. kuruluş yıl dönümü.

Gelecek Üzerine

Geçmişe gittik, şimdi de geleceğe gidelim, zamanın bizi götürdüğünden daha hızlı şekilde. Geleceğin anlamını sorgulayalım mesela, neden bir gelecek var? Gelecek, insanın kendine plan oluşturmak için oluşturduğu bir kavram, tanım olarak, fakat diğeri? Ciddi manada gelecek ne demek? Gelecekte olacak şeyler bizi ne kadar ilgilendirir? Haydi sorularımıza cevaplar arayalım. Gelecek, adı üstünde bir gün gelecek. Fakat önemli olan, önemli olanı bulmak. İşte, önemli olan da şudur: Geleceğin getireceği şeyler değil, senin şu anda yaptıkların önemlidir. Gelecek, bir gün gelecek. meraklanma ve fazla da heyecanlanma. Unutma, asıl acı olan gerçekler, yani gelecekler değil senin beklentilerindir. Beklentiler, beklentiler gelecektir az önce de bahsettiğimiz gibi. Beklenti, aslında zaman nehrinin taşıdıklarıdır. Peki, insanın beklentilerinin saçmalığını kavrayabildin mi? Işık hızı ile akan bir nehrin taşıdıklarının hızı da ışık hızındadır, o halde gelenlerin ne boyutta olursa olsun ne kadar zara